Torosların Zirvesinden Bir Kadim Fısıltı: Kokulu Lalenin Anavatanına Vefa
- Hasan Gezer
- 15 Nis
- 2 dakikada okunur

Lale... Baharın ilk müjdesi, bir rüyanın en canlı rengi. Göz kamaştıran zarafetiyle ruhu okşayan bu narin elçi, aslında uzak diyarlardan, Orta Asya steplerinin rüzgarlarında savrulmuş, Türkistan bozkırlarının kalbinden kopup gelmiş kadim bir yolcudur. Göç yollarının tozlu izlerinde Anadolu'ya, heybetli Torosların sarp eteklerine tırmanmış, oradan İstanbul'un altın yaldızlı bahçelerine konmuş, nihayetinde Avrupa'ya, özellikle de lale tutkunu Hollanda'ya doğru uzun ve meşakkatli bir sevda yolculuğuna çıkmıştır.
Hollandalı ellerde, bu zarif misafir adeta yeniden yoğrulmuş, bir renk cümbüşüne, bir görsel şiire dönüşmüştür. Sayısız çeşidi filizlenmiş, genlerinin sırlarıyla oynanarak göz alabildiğine uzanan, rengarenk halılar serilmiş tarlalar yaratılmıştır. Bugün Hollanda, lale dendiğinde zihinde ilk canlanan imge olsa da ticari arzuların gölgesinde yapılan bu yoğun üretim, lalelerin ruhunu taşıyan, o kendine has, toprağın ve baharın fısıltısını barındıran kokuyu ne yazık ki bir masal gibi uzaklaştırmıştır. Modern laleler, birer renk cümbüşü olarak gözlerimizi kamaştırırken, burnumuz o eski, içimizi gıcıklayan, anıları canlandıran aromayı hasretle aramaktadır.

Fakat umut, Torosların zirvelerinde, karın eriyen sularıyla yeşeren umut gibi hala yeşermektedir! İşte bu fotoğrafta gördüğünüz lale, o kaybolmaya yüz tutmuş kokunun, o bin yıllık mirasın canlı bir nefesi olarak Toros dağlarının en yükseklerinde, göğe en yakın noktalarda, adeta zamana meydan okurcasına varlığını sürdürüyor. Endemik bir mücevher gibi, bu sert coğrafyanın zorlu nefesine direnmiş, genetik saflığını bir sır gibi saklamış ve en kıymetlisi, o eşsiz, doğal, içten gelen kokusunu bir hazine gibi muhafaza etmeyi başarmıştır. Lale mevsimi başladığında, Torosların zirveleri bu nadide güzelliklerle birer renkli halıya dönüşür ve o tarifsiz, eterik koku, dağların serin rüzgarıyla vadilere, bir zamanlar olduğu gibi, yeniden fısıldanır.

Bu endemik lale türü, sadece gözler için bir şölen değil, aynı zamanda lalenin gerçek anavatanının, köklerinin ve yitirilen kokusunun hüzünlü bir şarkısıdır. Ona sahip çıkmak, sadece narin bir çiçeği korumak anlamına gelmez; bu, binlerce yıllık bir kültüre, bir coğrafyanın ruhuna, Torosların kalbine ve doğanın mucizevi direncine saygı duruşunda bulunmaktır. Bu nadide türün korunması, tohumlarının geleceğe taşınması, hepimizin omuzlarında bir vefa borcudur.

Bu yazıyı süsleyen büyüleyici fotoğrafları bizimle paylaşarak bu endemik güzelliğin varlığına ışık tutan doğa tutkunu Galip Can beyefendiye en derin minnetimizi sunuyoruz.
Onun hassasiyeti sayesinde, belki de nice yürek ilk kez bu kokulu Toros lalesinin varlığından haberdar oluyor, anavatanında saklı kalan bu kadim nefesi keşfediyor.
Lale mevsimi boyunca, gelin bu saklı nefesin izini sürelim. Torosların zirvelerine doğru bir içsel yolculuğa çıkıp, hem bu eşsiz güzelliği kendi gözlerimizle görelim hem de o kaybolmaya yüz tutmuş, ruhumuzu okşayan kokuyu derin bir nefesle içimize çekelim.
Unutmayalım ki, lalenin gerçek destanı, sadece Hollanda'nın göz alıcı tarlalarında değil, aynı zamanda anavatanı olan bu kadim topraklarda, Torosların zirvelerinde, rüzgârın fısıltılarında hala canlı bir şekilde yazılmaya devam ediyor.
Bu mirasa sahip çıkmak, kalbimizin en derininden gelen bir sorumluluktur.
Hasan Gezer
Comments