top of page
Selin Gören

Yeni bir başarı tanımı, işte umut bence burada!


Lisede permakültür öğreniyordum, coğrafya beni en çok heyecanlandıran derslerden biriydi. Hiç unutmuyorum; sınıftan bir arkadaşımla sohbet ediyordum, “Sen de anca çiftçi olursun bu gidişle ileride.” demişti. Ben de “E ne güzel işte, ne var bunda?” demiştim gülerek. Biraz da hoşuma gitmişti bu düşünce doğrusu. O da “Ne bileyim mühendis olmak, para kazanmak, konforlu yaşamak varken kim bu tarz işler yapmak ister ki?” demişti. Elbette beni düşündüren yalnızca onun böyle düşünmesi değildi. Okuldaki çoğu arkadaşımın ve belki benim de uzun süre düşünce yapımız bu şekildeydi. TEOG, SAT, YKS sınavlarıyla büyümüş bizler için başarı hep bir başkasının önüne geçerek dereceye girmek, en iyisine kendin sahip olmak, durmaksızın hep koşmak demekti. Oysa permakültür, döngüsel ekonomi ve sürdürülebilirlik buna zıt bir felsefeydi ve ben burada alternatif bir başarı tanımı gördüm. Yardımlaşmak, birlikte üretmek, kendi kendine yeten sistemler yaratmak mümkündü ve evet bu da bir başarı hikayesi olabilirdi. Belki de sadece yeni bir bakış açısına ihtiyacımız vardı. Permakültürün beni bu kadar etkilemesinin en büyük nedeni de buydu.


O günden beri bu konu üzerine düşünüyorum; eğitimde ekoloji, coğrafya, doğal tarım gibi alanlar nasıl oluyor da bu kadar az yer kaplıyor? Tartışmamız gereken en kritik alanlar bunlarken ve yaşanılabilir bir gelecek için bu alanlara eğilmemiz gerekirken biz nasıl oluyor da hala ikinci plana atabiliyor, değersiz görebiliyoruz onları?


Oysaki iklim ve çevre bilgisinin muazzam derecede kritik olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Altıncı kitlesel yok oluşun ortasındayız, İstanbul’da barajların doluluk oranı %20’ler seviyesine düştü ve Paris İklim Anlaşması’nın koyduğu maksimum 2 derecelik ısınma hedefinden gittikçe uzaklaşıyoruz...


Çocukların, gençlerin, hatta yetişkinlerin bu konularda derin bilimsel bilgiye sahip olması artık sadece entelektüel bir tasa değil, varoluşsal bir gereklilik. Ne pandemi ne de ekonomik kriz, artık çok net bir biçimde biliyoruz ki benim jenerasyonumun karşı karşıya olduğu asıl devasa problemin ismi iklim krizi. Bu krizle yaşayacak ve başa çıkmaya çalışacak bir jenerasyonun okulda öğrenmesi gereken belki de en temel konseptler sera etkisi, karbon döngüsü ve toprağın özellikleri...


George Monbiot, Guardian’da yayınlanan 12 Mayıs 2020 tarihli yazısında iki yıldır kafamda dönüp duran bu düşünceleri şahane ifade etmişti. William Shakespeare’i tanımayan bir üniversite öğrencisini nasıl kınayacağımızı, nasıl ayıplayacağımızı düşünün diyordu Monbiot. Öte yandan ormanda gezerken en sık karşılaştığımız ağaç türlerinin isimlerini bilmemek entelektüel sayılmaya bir engel değil. Kimse bize papağan türlerini birbirlerinden ayırt edemediğimiz için “Bu da ne eğitimsiz!” damgasını vurmuyor, hatta çoğu kişi bununla övünüyor. “Köy hayatı bana göre değil, kamp yapmayı hiç sevmem.” diyen iş insanlarıyla hepimiz karşılaşmışızdır günlük hayatımızda. Ama aslında bu konudaki cehaletimiz veya duyarsızlığımız Shakespeare’i tanımamaktan çok da farklı değil. Hatta Monbiot’nun da ifade ettiği gibi çok daha tehlikeli; çünkü Shakespeare hayatı çok daha güzel bir hale getirse de onsuz da yaşayabilirdik, ama doğayı tanımazsak ve onun dilinden konuşmazsak hayatta kalmamız artık çok zor.


Elbette bu konulardaki duyarsızlığımız kimsenin bireysel suçu değil; bu durum sistemdeki bir soruna işaret ediyor. Bizim ekonomik başarı olarak tanımladığımız şey aslında dünyayı yok oluşa sürüklüyor. Arkadaşımın mühendis olmayı çiftlikte permakültür yapmaktan daha üstün görmesinin sebebi de bu: Eğitim sistemimiz artık içinde yaşamadığımız bir dünya için tasarlanmış. Halbuki insan ikisini de bir arada olabilir, ikisi de birbirini besleyebilir. Hatta bence hepimiz mesleklerimizin yanında bir de iklim aktivisti olmalıyız desem çok mu acayip gelir kulağa?


Bence sormamız gereken soru hangi mesleği seçmeliyim değil artık. O mesleği dünyanın içinde bulunduğu karmaşık krizleri çözmek için nasıl kullanacağız, asıl soru bu. Bir mühendis olarak yeşil enerji projelerine nasıl katkı sağlayabiliriz? Peki ya bir sanatçı olarak iklim mücadelesini nasıl besleriz? Ekonomistlerin bu dönüşümde oynayacakları rol paha biçilmez örneğin; çünkü büyüme odaklı ekonomilerden döngüsel ekonomilere geçiş onların tasarladıkları sistemler sayesinde olacak. İklim politikalarını, karbon kotalarını geçirenler politikacılar; halkı bilinçlendirecek olanlar aktivistler, çözüm önerileri sunacaklar ise bilim insanları olacak.


Doğa insanın karşılaştığı belki de en karmaşık problem ve onu hala tam anlamıyla çözmüş değiliz. Düşünsenize okyanusların henüz %95’e yakınını hala keşfedemedik, derinlerde kim bilir ne güzel, ne hayret verici türler var. Belki de bilime ve dünyayı anlayışımıza yeni bir boyut kazandıracak türler bunlar ve biz onları keşfedinceye kadar belki de çoktan soyları tükenmiş olacak. Gene bizim bencilce, yarını düşünmeden saldığımız karbon, doğanın dengesine verdiğimiz zarar yüzünden ve şu bitmek bilmez hırsımız yüzünden.



Sözün özü şu; iklim krizi konusunda temel bir eğitim bütün çocuklara, bütün gençlere lazım. Toprakla çalışmak, doğayı tanımak, ekoloji öğrenmek Shakespeare’in ismini bilmek kadar doğal ve eğitimin o kadar önemli bir parçası olmalı. Başarı algımızı değiştirsek ve en az ekolojik ayak izi oluşturarak en verimli işi yapanlar en başarılı sayılsa… Çok mu ütopik dersiniz? Bence her şey hayal kurmakla başlıyor. Şundan eminim ki her meslek dalından bütün parlak zihinler ekolojik yıkımı durdurmak için el ele verip çalışırsa gelecek için bir şansımız olabilir. İşte umut bence burada.


Selin Gören

19 yaşında, Yale Üniversitesi’nde 1.Sınıf Öğrencisi ve İklim Aktivisti




136 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page